İsrail ile İran arasında yaşanan savaşın etkileri sadece Ortadoğu coğrafyasını değil, Türkiye’nin mutfağını, cebini, direksiyon başındaki sürücüyü de doğrudan vurmuş durumda. Son bir haftada akaryakıta gelen art arda zamlar, adeta dar gelirli vatandaşın sabrını test ediyor. Her sabah uyanıldığında “Bugün zam var mı?” endişesiyle yaşamak, sıradan bir refleks haline gelmiş durumda.

Türkiye gibi enerji ithalatına bağımlı ülkelerde, küresel krizlerin dalgası en önce akaryakıt pompasında hissediliyor. İsrail-İran geriliminin yarattığı jeopolitik belirsizlik, varil fiyatlarını yukarı çekerken; döviz kurlarındaki dalgalanma da işin tuzu biberi oluyor. Ancak mesele sadece bir ekonomik denklem değil. Bu zamlar, vatandaşın sosyal hayatını, psikolojisini ve hatta özgürlüğünü kısıtlar hale geldi.

Eskiden keyfi yapılan geziler artık “gerekli mi?” sorusuyla tartılır oldu. Evine bir ekmek götürmek için araç kullanan esnaf, bu maliyetin altından nasıl kalkacağını kara kara düşünmekte. Asgari ücretli bir vatandaş, maaşının neredeyse üçte birini sadece işe gidip gelmek için yakıta harcar hale geldi. Akaryakıt artık lüks değil, mecburi bir külfet.
Sadece sürücüler değil, dolaylı olarak herkes etkileniyor. Nakliye maliyetleri arttıkça raflardaki fiyatlar da artıyor. Yani benzin istasyonundaki zam, marketteki etikete yansıyor. Bu zincirleme etki, toplumu her alanda köşeye sıkıştırıyor. “Araba mı ev mi almalı?” sorusu bir yana, artık “yakıt mı gıda mı?” gibi trajik ikilemler yaşanıyor.
Yetkililerin bu duruma kayıtsız kalmadığını umut ediyoruz. Ama insanların da rahatlığı için ellerin çabuk tutulması gerekiyor. Onun için kimin üzerine ne düşüyorsa yapmalı.