"Eğlence” Değil, Sistematik Bir Çarpıtma
Türkiye’de televizyon ekranları uzun süredir yalnızca dizi yayınlamıyor; toplumun duygu haritasını, değer sistemini ve gerçeklik algısını yeniden kodluyor. Üstelik bunu öylesine, tesadüfen, reyting kaygısıyla değil; yapısal, sistematik ve sonuçları ağır bir kültürel deformasyon pratiği hâline getirerek yapıyor.
Bugün televizyonları açtığımızda gördüğümüz şey basitçe bir “şiddet fazlalığı” değil; toplum mühendisliğinin görsel versiyonudur.
Ekranda Buzlanan Sigara, Ama 7 Kanalda Aynı Anda Açıkta Dolaşan Silah
Medyanın en temel işlevi topluma sembollerle konuşmaktır. Fakat Türkiye’de semboller çarpıtılmıştır:
• Sigara ve içki görüntüsü buzlanır — çünkü gençler etkilenmesin, denir.
• Ama aynı gençler, aynı dakikada, açıkça sergilenen silahlarla, infaz sahneleriyle, kitlesel çatışmalarla yüz yüzedir.
Bu çelişki teknik bir hata değildir.
Bu, şiddeti görünmezleştirmek yerine normalleştiren bir yayın politikasıdır.
Medya bilimi bunu şöyle tanımlar:
“Desensitizasyon” — Şiddete duyarsızlaştırma.
Sürekli silah gören bir toplum, giderek daha az tepki verir. Daha az rahatsız olur. Daha az irkilir.
Ve işte o kırılma anından sonra şiddet, artık “ayıp” veya “ahlaksızlık” değil, sıradan bir davranış seçeneğidir.
18 Yaş Altı Suç Oranları: Artışın Kaynağı Tartışılır, Etkisi Kesin
Son yıllarda gençlerde:
• Bıçak taşıma oranlarının arttığı,
• Okul içi kavgalarda sertlik seviyesinin yükseldiği,
• Suç işlemeye dair eşiklerin düştüğü

saha verileri, akademik gözlemler ve çocuk-gençlik alanındaki raporlarla destekleniyor. Evet, tek başına bir dizi kimseyi suçlu yapmaz.
Ama medya, gençlerin davranış kalıplarını belirleyen çevresel risk faktörlerinin en güçlüsüdür.

Bu, sosyolojide Bandura’nın Sosyal Öğrenme Kuramı ile açıklanır:
Genç, gözlediğini model alır; model aldığı şeyi meşru kabul eder; meşru kabul ettiği şeyi de uygulamak için içsel izin oluşturur.

Bugün Türkiye’de gençlere ne model olarak sunuluyor?
Mafya estetiği, beline silah sıkıştıran kahraman tipi, hukukun yerine geçen sokak adaleti…

Bu tabloyu “tesadüf” diye açıklamak, yalnızca meseleye gözünü kapatmaktır.
RTÜK, Siyasetin Gölgesinde Ama Toplumun Gerçeğinden Uzak
RTÜK’ün yıllardır uyguladığı yaptırım anlayışı, ahlaki ve siyasi hassasiyetler üzerine kurulu.
Fakat şiddet, yani toplumsal çözülmenin en büyük tetikleyicisi, neredeyse bütün dizilerde serbest.
RTÜK toplumu korumakla görevli bir kamu kurumu olmaktan çıkıp, siyasal hassasiyetleri gözeten bir “gözetleme mekanizması”na dönüştü.
Oysa gerçek risk şudur:
Bugün ekranlarda milyonlarca çocuğun izlediği en meşru davranış kalıbı şiddettir.
Ve RTÜK bu konuda, ya görmezden geliyor ya da bilinçli biçimde kayıtsız.
Eski Diziler Neden Yok? Çünkü Artık İnsan Hikâyesi Satmıyor, Şiddet Satıyor
Süper Baba, Bizimkiler, İkinci Bahar, Canım Ailem, Çocuklar Duymasın…
Bu diziler ne anlatıyordu?
Aileyi, komşuluğu, nezaketi, insanı, duyguyu, toplumun iç dokusunu…
Bugünün dizileri ne anlatıyor?
Suçu, örgütü, ihaneti, silahı, karanlığı.
Bu sadece sektörün “kolay para kazanma” tercihi değildir.
Bu, toplumun duygu kapasitesinin daraltılması,
ortak iyilik kavramının zayıflatılması,
şiddetin kültürel sermaye hâline getirilmesidir.
Kısacası:
Toplumun ruhu alınıp yerine adrenalin konuyor.
Bu Bir Manipülasyon Mu? Evet, En Azından Bir İhmalkârlık Değil
Toplumsal algı yönetimi bazen açık, bazen örtük olur.
Bugün Türkiye’de görülen yapı, en azından üç alanda alarm veriyor:
1. Toplumsal kutuplaşmayı derinleştiren hikâye örgüleri
2. Şiddeti doğal ve meşru sunan karakter tasarımları
3. Toplumun gündelik yaşamını kriminal dizilerin ritmine göre şekillendiren tempo

Bu nedenle mesele artık “reyting için yapılan şiddet sahneleri” olmaktan çıkmıştır.
Bu, toplumun kolektif psikolojisinin yeniden inşa edilmesi meselesidir.

Ve eğer yöneticiler bu tabloyu görmüyorsa, mesele ihmal değil, körleşmedir.
“İstemeyen izlemesin” Sözü, Gerçekliği Gizleyen Basit Bir Savunma Mekanizmasıdır
Bugün milyonlarca insanın maruz kaldığı bir içerik, kişisel bir seçim olmaktan çıkar;
toplumsal atmosferin bir bileşeni hâline gelir.
Dolayısıyla “istemeyen izlemesin” demek, sigara dumanı dolu bir odaya girenin “nefes alma, o zaman” demek kadar anlamsızdır.
Çünkü havayı bir kişi değil, ortam belirler.
Sonuç: Bu Yayıncılık Bir Eğlence Sorunu Değil, Bir Toplumsal Güvenlik Sorunudur
Televizyonlar sadece dizi yayınlamıyor;
şiddetin kültürel dolaşımını sağlayan araçlar hâline geliyor.
Bugün ekranda normalleştirilen şey, yarın mahallede yaşanan şiddetin zeminidir.
Bugün dizide estetize edilen silah, yarın gençlerin belinde gezen metadır.
Bugün dizide alkışlanan sokak adaleti, yarın hukuk sisteminin altını oyar.
Sorun basit değildir.
Soru basittir:
Bir toplumun geleceği, bu kadar ucuz bir şiddet ekonomisine teslim edilebilir mi?
Cevap, siyasetüstü, ideolojiüstü ve bilimseldir:
Hayır.
Ve hayır demek için daha fazla geç kalırsak,
ekranlarda izlediğimiz şiddet, hayatın kendisine dönüşecektir.