Yıllardır yöneticilere şunu anlatıyorum:
Bir işletmeyi büyütmek ile onu geliştirmek aynı şey değildir!
Ciro yükseldi diye, sipariş arttı diye, ihracat rekor kırdı diye alkışlanan her sistem, içeriden çöküşe gidebilir.
Eğer içeride hâlâ adaletsiz bir ücret skalası, işlemez bir performans sistemi, göstermelik bir İK departmanı, kifayetsiz ama sadakata dayanan yönetici kadroları, işçinin hakkından çok suskunluğuna para ödeyen yapılar ve kraldan çok kralcıları besleyen varsa…O işletme büyümüş değil, sadece daha organize biçimde çökmeye başlamıştır.
Ve üzülerek söylüyorum ki (müstahak aslında!) Gaziantep OSB, bu tehdidin tam ortasında ve maalesef fevkalade farkında ama itiraf etmekten ya da yüzüne karşı söylenmesinden itinayla kaçıyor...
Gaziantep Organize Sanayi Bölgesi, 2025'in ilk çeyreğinde yeni bir "ihracat rekoru" ile gündeme geldi.
Her zamanki gibi...
Ancak aynı dönemde şehirde binlerce tekstil ve halı işçisi işsiz kaldı.
Şaşırmadık!
Bu sektörler yıllardır OSB'nin omurgasıydı, şimdi ise çatırdıyor.
Ama OSB hâlâ rekor kırıyor.
Nasıl?
Reklamlar, halkla ilişkiler sağolsun da bu halkla ilişkileri "hak ile ilişkilere" çevirmedikleri müddetçe tünelin sonundaki karanlık.
Kimya, kozmetik, ambalaj, plastik, gıda gibi emek yoğun ama daha az sendikal baskıya maruz, daha az kamuoyu ilgisine sahip alanlar şimdilik canlı.
Ama bu canlılık da büyük ihtimalle yapay!
Ya kar marjı yok ya da süreklilik.
O zaman soru şu: Bu bir kalkınma mı, yoksa zamana yayılmış bir yanılsama mı?
Tamam burada felsefeye girmiyoruz lakin "anlamak ya da anlamamak, işte bütün mesele de bu!" demeden geçemeyeceğim.
Üstelik Gaziantep OSB ihracatının %40'ı Ortadoğu pazarına ve yarısından azı ise Avrupa'ya gidiyor.
Çünkü Avrupa, sadece ürün değil; o ürünün nasıl, kim tarafından, hangi sistem içinde ve "hangi değerlerle" üretildiğine de bakar.
Avrupa, sırf kumaşa, plastik kutuya, halı desenine para ödemez!
Arkasındaki İK politikasına, performans değerlendirme sistemine, liyakat yapısına, çalışan refahına, kurum içi adalet algısına, yan haklar politikasına, meslek hastalıklarına karşı tutumuna, verimliliğin temelinde yatan bireysel refah icin kritik önem arz eden aile ebeveyn çocuk ilişkisine verdiği öneme kadar her şeyi denetler.
Avrupa sizden sadece mal değil, "kurumsal karakter" ister.
Eğer sizin İK departmanınız bordro ve izin hesaplamak dışında bir fonksiyona sahip değilse, çalışanın gelişimi için değil sadakati için yönetici seçiliyorsa, terfiler performansa göre değil kimin yakını olduğuna göre yapılıyorsa, Avrupa bu ürünü almaz. Alsa da size partner değil, tedarikçi muamelesi yapar. O da bir yere kadar...
Tüm bunlar olurken OSB içindeki sosyal tesislerdeki manzara da anlamlı: kebapçı, banka, hırdavatçı.
Ama çalışana insan gibi davranan, geleceğini öngören bir sosyal altyapı yok!
Çünkü OSB hâlâ emek yoğun, ucuz işgücüne dayalı üretim modelinin konforundan vazgeçememiş.
Tek yönlü. Bencil. Duyarsız...
Dahası ve en önemlisi; Siyasete bulaşmış bir ticaret var.
Gaziantep gibi şehirlerde ticaret ve sanayi odaları, bir zamanlar şehrin aklıydı.
Yön gösterir, hata söyler, uyandırırdı.
Ama şimdi o odalar, iş dünyasının menfaati neyi gerektiriyorsa onun değil; siyasetin neyi hoş karşılayacağına göre konum alıyor.
Artık ticaretin sesi yok; siyasetin yankısı var.
Raporlardan strateji değil, methiye çıkıyor. Yanlış politikalar karşısında yapılması gereken eleştiriler yerine, suskunluk sıradanlaştırılıyor. Bu da şehri, OSB'yi ve iş dünyasını ileri taşımaz; ancak durağanda tutar, hatta geriye çeker.
Oysa bir OSB'nin Avrupa'yla entegre olması, sadece ürün standardı değil, yönetim standardı da ister. Ve bu, sadece fabrika içiyle değil; şehri temsil eden kurumların diliyle, eleştirme cesaretiyle, vizyoner bakışıyla ilgilidir.
Velhasıl Gaziantep OSB artık dönülmez akşamın ufkunda!
Ya şafak ya karanlık.
Daha fazla rakam mı, daha derin karakter mi?
Ortadoğu'nun hızlı ama denetimsiz pazarı mı, Avrupa'nın zahmetli ama itibarlı ortaklığı mı?
Kebapçılarla dolu sosyal tesisler mi, değer ve refah üreten bir sürdürülebilirlik anlayışı ile donatılmış bir gelecek mi?
Gerçek ile yüzleşen cesur liderler mi yoksa kendini kandırmaya devam eden korkak benlikler mı?
Yönetime hakikat sunan özü sözü bir, nitelikli ve omurgalı danışmanlar mı yoksa dalkavukluk edebiyatı ile hanek çalan sifli çıkarcılar mı..!
Bu seçim yalnızca OSB'nin değil, Gaziantep'in ve hatta Türkiye'nin kalkınma aklının da önüne konmuş bir testtir.
Eyi olur zaar ile geçilemeyecek bir test...