Geçtiğimiz günlerde Ünler Ortaokulu Müdürü Erol Ağkale’nin şu sözleri sosyal medyada yankı buldu:
“Bence uyuşturucudan sonra en tehlikeli olanı ekran bağımlılığı. Lütfen çocuklarımızı tablet, telefon ve bilgisayarlardan uzak tutun. Maalesef telefonlar birer bağımlı oluşmasına yol açtı. Çocuklarımız telefonsuz tuvalete gitmez oldu. Yemek yerken bile ellerinde telefonla oturur oldular.”
Ne kadar haklı, ne kadar içten bir haykırış bu… Çünkü bu sözler sadece bir eğitimcinin gözlemi değil, hepimizin evinde, otobüste, sokakta, iş yerinde yaşadığı bir gerçekliğin aynası. Artık çocuklar, gençler, hatta yetişkinler bile ekranlardan gözünü bir dakika olsun ayıramıyor. Parmaklarımız sürekli kaydırıyor, gözlerimiz sürekli tarıyor ama zihnimiz ne kadar farkında?
Bir zamanlar kitapların arasında kaybolan çocuklar, şimdi ekranın parlak ışığında kayboluyor. Oyun parklarının yerini dijital dünyalar aldı. Bir zamanlar sokakta oynayan çocuklar şimdi odalarında, sessizce ama bağımlı bir şekilde ekran başında. Ve biz yetişkinler? Aynı tuzağın içindeyiz. Otobüste, yürürken, hatta karşılıklı otururken bile göz göze değil, ekran ekranayız.
Bu bağımlılık sadece zamanımızı değil, düşünme yetimizi, üretme gücümüzü ve hatta duygusal bağlarımızı da törpülüyor. Okumaktan, araştırmaktan, hayal kurmaktan uzaklaşıyoruz. Düşünmek yerine tüketiyor, üretmek yerine izliyoruz. Ekranlar bizi sadece eğlendirmiyor, aynı zamanda uyuşturuyor.
Peki ne yapmalı? Öncelikle farkında olmalıyız. Bu bir çağın hastalığı ve çözümü de ancak bilinçle mümkün. Aileler, öğretmenler, yöneticiler… Hepimize görev düşüyor. Çocuklarımıza ekranın ötesinde bir dünya olduğunu göstermek zorundayız. Kitapların, sohbetlerin, doğanın, oyunların hâlâ var olduğunu hatırlatmalıyız.
Belki de ilk adım, kendi ekran süremizi sorgulamak. Çünkü çocuklar söylediklerimizden çok, yaptıklarımızı örnek alıyor. Eğer biz de her an elimizde telefonla yaşıyorsak, onlardan farklı davranmalarını beklemek ne kadar gerçekçi?
Ekranlar hayatımızda elbette olacak. Ama hayatımızın merkezinde olmamalı. Çünkü yaşamak, sadece izlemek değil; hissetmek, üretmek, paylaşmak ve dokunmaktır.