Gaziantep’te bir kış günü…
KÜSGET’te bütün gün isin pasın, gres yağının, motor gürültüsünün içinde canları çıkan iki kafadar halfe — Bekir’le Mahmut — işten çıkmış, Hacı Baba’daki evlerinin yoluna koyulmuşlar.

Mahmut soğuktan tir tir titrerken:
— Bekir, yoorum! Hava yeğin soğuk… Ben dondum! Gel, bugün mezarlığın içinden kestirmeden gidek” demiş.

Bekir hemen diklenmiş:
— Oğlum, deli misin lan? Orası mezarlık! Gecenin bu saatinde hortlakların arasında ne işimiz var?

Mahmut gülmüş:
— Rafık, ölüden adama zarar gelmez! Hadi yürü,” deyip Bekir’in kolundan çekmiş, duvarı aşıp mezarlığa girmişler.

Hava buz gibi… Ay puslu puslu… Rüzgâr ağaç dallarını birbirine çarparken yapraklar fısıldaşıyor sanki.
İkisinin de yüreği güm güm! Ama bir kere girmişler yola… Yapacak bir şey yok!

Tam mezarlığın ortalarına varmışlar ki birtakım sesler duymuşlar.
İlk başta sesi rüzgâr sanmışlar… Kulak vermişler… Bir türkü!
Birden durmuş, bön bön birbirlerinin yüzüne bakmışlar.

Mahmut’un yüzü bembeyaz, sesi titrek:
— “Bekir lan… Bu ses mezardan mı geliyor yoksa? diye hayıflanmış.

Bekir’in boğazı düğümlenmiş ama erkekliğe de toz kondurmamak için:
— “Ne mezarı oğlum! Gel bakalım, neyin nesiymiş öğreniriz şimdi,” demiş.

Sesin geldiği tarafa yönelmişler.
Yaklaştıklarında bakmışlar ki, bir küçük gemici feneri yanıyor; dört kişi karanlıkta bir mezarın başına çökmüş…Ortada ufak bir çilingir sofrası… Yiyor, içiyor, türkü söyleyip eğleniyorlar!

Bekir dayanamamış, biraz da ürkek bir sesle:
— Selamünaleyküm ağalar! Afiyet olsun! Neşeniz bol olsun! Hayırdır, bu saatte, bu soğukta ne iştir?

Mezar başında oturanlardan biri bizimkilerin geldiği yana dönmüş, hiç bozuntuya vermeden, gayet sakin ve naif bir sesle :
— Eselamünaleyküm eyyy ehli dünyanın muhteremleri, hoş geldiniz!
Valla burada yatan merhum bizim rafığımızdı… Onu çok severdik!.. Onun yolunu uzun zamandır gözlüyorduk. Bugün toprağa verdiler, şükür kavuştuk!
Onun aramıza katılması vesilesiyle naçizane bu karşılamayı yapıyoruz.
Buyurun, siz de katılın, birlikte kutlayalım! Demiş.

Bunu duyan Bekir’le Mahmut’un yüzleri kireç gibi solmuş.
Ne soğuk kalmış ne ayaz! Korkudan tir tir titremeye başlamışlar.
Mahmut besmeleyi unutmuş, Bekir salavatı karıştırmış!
Dilleri ağızlarında düğümlenmiş…

— Euzü!… Euzü!… Tövbe estağfurullah! diye haykırarak oradan kaçmaya çalışırlarken.

Geriden gülüşmelerin arasından bir ses mezarlıkta yankılanıyormuş:
— Ulan gelin, eğlence yeni başlıyor! Nereye kaçıyorsunuz?