Gaziantep… Tarihiyle, kültürüyle, fıstığıyla, baklavasıyla, kebabıyla, baharatıyla ve özellikle de gastronomisiyle bugün artık sadece Türkiye’nin değil, dünyanın örnek aldığı bir şehir. Bir söz vardır: “Dünya yemek olsaydı, Gaziantep mutfağı olurdu.” Bu sözün ne kadar doğru olduğunu UNESCO’nun tescili, dünyanın dört bir yanında açılan Antep mutfakları ve Gaziantepli ustaların elinden çıkan lezzetlerin yankısı bize fazlasıyla gösteriyor.
Hal böyleyken, “ithalat” kelimesi Gaziantep’in sözlüğünde olmamalı. Çünkü Gaziantep üretir, üretmek zorundadır. Toprağı verimli, ustası maharetli, halkı çalışkan bir şehir ithalata değil, ihracata yönelmelidir. Fıstığımız dünyada marka olmuşken, bu ürünün dışarıdan gelmesi ya da böyle bir ihtimalin konuşulması bile üreticiye, çiftçiye, emekçiye haksızlıktır.
Bugün Gaziantep mutfağı sadece bir yemek kültürü değil, aynı zamanda ekonomik bir güçtür. Gastronomi turizmi, tarım, sanayi ve ticaret birbirini destekleyen bir zincir oluşturur. İşte bu yüzden ithalat değil, kendi üreticimizi, kendi çiftçimizi, kendi ustamızı korumak en büyük görevimizdir. Çünkü Gaziantep’in bereketi, dışarıdan gelen mallarla değil, kendi emeğiyle yoğrulan alın teriyle büyür.
Gaziantep, ihracat yapan, dünyaya damak zevki öğreten, her lokmasında kültür ve tarih barındıran bir şehirdir. Bizim gündemimiz ithalatı konuşmak değil, “daha çok nasıl üretiriz, daha çok nasıl satarız ve daha çok nasıl tanıtırız” olmalıdır. Antep Fıstığı kesinlikle ithal edilmemeli. Buradaki fıstıklar yeterli.. Bunun önüne geçmek gerekiyor..
Gaziantep’in geçmişten bugüne verdiği en büyük mesaj şu: “Üretmeden, çalışmadan, alın teri dökmeden bereket olmaz.”