Dün bir dostum telefonla aradı. “İçeride çok kaldın hadi kalk ,Sof’a doğru gidip gezelim” dedi… Önceleri tereddüt ettim. Âmâ sonra şehrin ağır havasından, üstümüze karabasan gibi çöken Koronavirüs kâbusundan bir nebze kurtulmak için; “hadi gidelim” dedim.Otomobilimize bindik, çıktık yola. Erikçe’den Öğüm Söğüt’e, Çarpın’a, Karadede’ye, oradan da Sof’a doğru ağır ağır giderken inişli çıkışlı yol buyunca, bağlar bahçeler sonbaharın sarısına teslim olmuş gibiydiler. Yazın ortasında sıcaktan kavrulan toprak, börtü böcek yağan yağmurla soluk almış, buram buram terleten hava tenimizi ürperten bir serinliğe bırakmış yerini.Dereler, dik yamaçlar, tepeler, küme küme ağaçlar, baran baran tarlalar derken, erik, kiraz, kaysı, badem, ceviz gibi pek çok ağaç kış uykusuna dalmışlardı sanki.Görmeye hasret kaldığımız at arabasında aksakalı bir dede, meraklı gözlerle bize bakarak yanımızdan geçip giderken, köy içinden sekiz on çocuk bir kuş sürüsü gibi kanat çırparcasına yanımızdan cıvıldayarak seğirttiler.Yıkılırcasına tutmuş, dalları yere eğilmiş elma bahçeleri, yağmur damlalarıyla yıkanmış sapsarı ayvalar, ıslak toprak birbirini tamamlayan muhteşem bütünün bir parçaları olarak gözlerimizi okşuyorlardı. Dalında yarılmış, diş diş saçılmış narlar, kelaynak kuşu misali yaprakları dökülmüş hurma ağacındaki tek tük kalmış bal rengi hurmalar kısmetlisini bekliyorlardı.Ağaç diplerine dökülen alıçlar, dalında kurumuş kuşburnu, yer yer sarıya dönen, bozulmuş; domates, patlıcan, salatalık, biber bahçelerinde başaklama yapan birkaç kadın, tepemizde cırtlak sesleri ile kanat çırpan saksağan, yumruk büyüklüğünde siyah zevzirler, sof dağının duman duman doruklarında griye çalan bulutlar bir ressamın henüz tamamlayamadığı bir tabloyu hatırlatıyordu bana.Yol boyunda üzümleri toplanmış bir bağa girdik. Toprağın kokusu, tabiatın sessizliği, yağmurun serinliği, sonbaharın kendine has güzelliği huzur veriyor insana.Bağın yaprakları sanki bizim gelmemizi bekliyormuşçasına tıpır tıpır düşüyorlar toprağa.Yeşili sarıya teslim olmuş baran baran tiyekler arasında gezinirken, gözüme birkaç çirtik üzüm çarptı. Yıllar önce dedemlerle birlikte bağda geçirdiğim üzüm kesmeler, şire kaynatmalar, üzüm sergileri geldi gözlerimin önüne.Bulabildiğimiz birkaç çirtik üzüm gece yağan yağmurla yıkanmış, gecenin ayazını yemiş, dipdiriydi. Bir habbe üzümü ağzıma attığımda kütür kütür ediyor. Üzüm taneleri dişlerimin arasında ezilirken, damağımdan dimağıma yayılan tarif edemediğim lezzet, beni lezzetin harikalar diyarına götürüyordu.Sof dağına çıktık. Muhteşem bir doğa, karşılıyor bizi. Alışık olmadığımız tertemiz bir hava ciğerlerimizi dolduruyor. Bir elma bahçesine yaklaştığımızda sahibi karşılıyor hemen bizi. Biz ağaç altında oturuyoruz. Çay ikram ediyor bize.Ağaçların yemyeşil yapraklar arasına sıralanmış; kırmızı, sarı, beyaz elmalar, gelin kızların saçlarına takılmış renkli oyalar gibi geliyor bana.Bahçe sahibi bir ara yanımızdan uzaklaşıyor. Sonra eliyle toplayıp getirdiği elmaları koyuyor önümüze. “Bakın bu elmaları başka yerde bulamazsınız, buyrun yiyin” diyor. Bir tepsi içindeki elmalardan, sarı bir elma seçiyorum. Pantolonuma siliyor, yiyorum. Sofun elması dedikleri bu olsa gerek. Tarif edemediğim hoş bir lezzet, izah edemeyeceğim bir tad. Sulu ve mis kokulu elmayı afiyetle yiyorumGelmişten geçmişten bahsederken vakit oldukça ilerliyor. Kalkıyoruz. Bahçe sahibi Ahmet emmiyle helalleşiyor,” bereketli olsun” diyor, ayrılıyoruz yanından.Sof dağından arabamızla yavaş yavaş düze inerken yol kenarında ovaya hâkim bir noktada soluklanıyoruz. Birkaç kare fotoğrafla o anı ölümsüzleştirelim derken, önümüzde Sof dağından Antep’e uzanan dalga dalga ovada; Serpilmiş birkaç köy, birkaç tepe, küçük su yolları, yer yer yeşillikler, bağlar, bahçeler tarlalar, bir küçük koyun sürüsü… Ve ötelerde Kilometrelerce uzakta ufkun bittiği yerde Gaziantep ve gökyüzüne çakılmış beton kuleler çarpıyor gözlerime.Gaziantep’te hızlı kentleşme, şehir merkezinden her yöne bir virüs gibi yayılırken, geride bıraktığı beton karası lekeyi, buradan, Sof dağından baktığımda tüm çirkinlikleri ile görüyor, endişeleniyorum. Sof dağını, Gaziantep’i seviyorum. Gidişata bakıyor, yarınlarımız için, torunlarımız adına kaygılara düşüyor, üzülüyorum.Yazan:İbrahim Alisinanoğlu-Gaziantep Miş Miş