Siyaset bizim gibi ülkelerde sürekli insanların en büyük meşgalesi. Dağdaki çobandan üniversitedeki öğretim üyesine kadar herkes siyasetle ilgili. Kahvehanelerde, kafelerde ve ev sohbetlerinde her gün siyaset konuşuluyor. İnsanların en değerli varlıkları olan zamanın büyük bir dilimi siyasete harcanmasına rağmen; ülke yönetimi iyi olmadığı gibi katılımcı bir demokrasi kültürümüz de yok. Üstelik halkın ihtiyacı olan ekonomik refah ve adalet sağlanabilmiş değil.

Siyasetin hizmet aracı yerine, çıkar amaçlı yapılması; siyasetin kalitesini de düşürüyor. Hâlbuki siyaset, halka en iyi hizmet aracıdır. Jean Rostand: “Bir gün atomun enerjisini serbest bırakacağız, gezegenler arası yolculuklar gerçekleştireceğiz, ömrü uzatıp, kanseri ve tüberkülozu tedavi edeceğiz; ama en düşük seviyeli kişiler tarafından yönetilmiş olmanın sırrını asla çözemeyeceğiz” diyor. 1868-1918 yılları arasında yaşamış, Fransız şair ve oyun yazarına ait olduğu söylenen bu sözler; bu çağda bile hala geçerli.

Bunun nedeni nedir?  Siyaset; bilgili-birikimli ve donanımlı insanları bir değirmen gibi öğüttüğü ve bazılarını da itibarsız hale getirdiği için işin ehli olanlar siyasete girmede cesur adımlar atamıyor. Dolayısı ile siyasetçiler istenilen kaliteyi ve beceriyi elde etmekte zorlanıyor.

Zihin ve ruh dünyamızda bilime, edebiyata, şiire, tefekküre, ahlaka, sanat ve kültüre ayrılması gereken alanları da büyük ölçüde siyasetin işgal etmesine müsaade ediyoruz. Nerden mi biliyorum? Milli gelirden bilime, kültür ve sanata ayrılan payın “gelişmekte olan ülkeler” ortalamasının altında kalması bunun bir göstergesidir.

Siyasetle bu kadar haşır- neşir olan bir toplum; bilimsel gerçekleri ve evrensel değerleri ajandasındaki öncelikler listesinden çıkarırsa…Gelişmiş ülkelerin kalkınma ve refah düzeyini yakalaması mümkün değildir. İçi boş siyaset; yönetimi otoriteye ve totaliter davranışa iter. O zaman da “cahillerin ferasetine” güvenen bir siyaset anlayışı ve kutsal değerlerin istismarı gündemden asla düşmez.

Bugünkü Türkiye’ye bakıp; dev binalar, alt yapı tesisleri kurmak, oraya buraya hava alanları serpiştirmek gibi betonlaşmayı kalkınma olarak görmeyin! Kalkınma ve refah için bilim zihniyetini özümsemek, bilim zihniyetine sahip insan gücü yetiştirmek önemlidir. Türkiye bu bakımdan fakir bir ülkedir. Sürekli “beyin göçü” vermektedir.

Sanayici Rahmi Koç: “Petrol zengini ülkeler gayet modern eğitim kurumları yaptıkları halde, içinin yazılımını Batı’dan ithal etmek zorunda kalıyorlar.

Eğitim sahasında olsun, sanayi ve ticaret sahasında olsun, tıpta olsun eğitilmiş insan gücü en değerli varlıktır. İlerlemiş ülkelere baktığımızda, iyi eğitilmiş insan gücüne sahip olduklarını görüyoruz. Amerika’nın bu hale gelmesinin bir sebebi de dünyadaki ülkelerden eğitimli ve girişimci insanların oraya akın etmesidir” diyor.

ABD ve AB gibi ülkeler, gelişmekte olan ülkelerde yetişmiş beyinleri alırken; Türkiye, sığınmacı adı altında vasıfsız ve sorunlu bir göç dalgası ile karşı karşıyadır. Bu konuda, gelişmiş ülkeler doğru yolda ilerlerken… Türkiye, ısrar ve inatla yanlış işlerle uğraşmakta ve demografik yapının bozulması karşısında sessizliğini korumaktadır. Bu gidişi bir atasözümüz ne güzel açıklar: “Herkes Gider Mersin'e, Biz Gideriz Tersine…”

Tanzimat devrinde devlet tarafından birçok fabrika ve tesis kurulmuştur. Lakin bu fabrika ve tesisler, batı standartlarında işlevini yerine getirememiş ve çoğu kapanmıştır. Bunun nedeni işletmelerin başına emekli paşalar ve bürokratların yönetici olarak atanmasıdır.

Ne Osmanlı devletinde ne de günümüzde çoğu kez iş ehline verilmemiştir. Halbuki Osmanlı şeriatla, günümüz Türkiye’si kendisini dindar olarak niteleyen bir kadro ile yönetilmektedir. Bu kadrolar, işi ehline vermesi gerekirken; önemli tesislerin başına uzmanlık alanı olmayan, yeterli donanımı bulunmayan, yönetim vasfı yetersiz kişileri getirmektedir. Yeter ki, İmam Hatip mezunu olsun!

Nisâ / 58. Ayette: “Şüphesiz Allah size emanetleri ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğinizde adâletle hükmetmenizi emrediyor. Böylece Allah size ne güzel öğüt veriyor! Doğrusu Allah her şeyi hakkiyle işiten, kemâliyle görendir” buyurulmaktadır.

İlimi ve bilimi özümsemiş, modern dünyadaki gelişmeleri sürekli takip eden, üretimi ve tam istihdamı önceleyen; girişimci bir sınıf yetiştiremeyen bir ülke sınıfta kalır! Öyle de oldu! Türkiye, yıllardır rasyonellik ve piyasa kuralları dışında kaldı. Önemli makamlara eş-dost-akraba ve yandaş atanınca liyakat unutuldu. İşte bu “bizden” kayırması ne kadar artarsa verimlilik kaybı da o derece artar.  Ve ekonomiyi krize sürükler. Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in “Türkiye’nin rasyonel bir zemine dönme dışında bir seçeneği kalmamıştır” sözü bu açıdan doğrudur.

Türkiye potansiyeli küçük bir ülke değildir. İyi yönetilirse ileri adımlar atabilecek fırsat ve kabiliyeti vardır. Her şeye rağmen, Ortadoğu’nun en ileri ülkesidir. Balkanlar’da ise Bulgaristan ve Romanya’nın çok ilerisinde olmamıza rağmen son yıllarda bu ülkeler yaptıkları atılımlar ile bizi geçtiler. Bazı aklı evveller buna itiraz edecekler; dev binaları, havaalanlarını ve yapılmış yol ve hastaneleri gelişmişliğe örnek göstereceklerdir. Bir ülkenin gelişme ölçütleri bunlar değildir. Arap ülkelerinde de dev binalar, oteller, alışveriş merkezleri, şatafat ve lüks var.

Şimdi onlara gelişmiş ülkeler mi diyeceğiz?

“İnsani Gelişme Endeksi (İGE), insani gelişmenin üç temel boyutundaki uzun dönemli ilerlemeyi değerlendirmek için kullanılan özet bir ölçüm yöntemidir. Bu üç temel boyut; uzun ve sağlıklı yaşam, bilgiye erişim ve insana yakışır bir yaşam standardı olarak sıralanıyor.” Üniversite binası yapmak ve açmak, iş değildir. Önemli olan buralarda ekonomiye vasıflı eleman yetiştirmek ve üniversiteyi özerk bırakıp içinin bilimle dolmasına yol açmaktır. Üniversitelerimizin perişan hali ortadadır!

Ulusların kalkınmasını ekonomik büyüme ve büyümeyi ifade eden sayısal değerlerde gören anlayış, devrini tamamlamıştır. Bu anlayış yerini “insani gelişme” anlayışına bırakmıştır. Bu anlayışın merkezinde insan vardır.

Türkiye’nin insani gelişmesi ile ilgili vurgulanması gereken en önemli nokta; milli gelirini vatandaşlarının yaşam kalitesine yansıtamamış olmasıdır. Eğitimde ise sınıfta kalmıştır!

Türkiye, ekonomik gelişmişlik düzeyi ile paralel giden bir insani gelişme sergilemek durumundadır. Demokratik ve katılımcı bir kültürel ortam yaratılmadıktan sonra; eğitim, sağlık ve çevre konusunda geleceğe dönük yatırımlar yapılamaz.

Türkiye’de bireylerin yaşam kalitesini yükseltmeye ve gelişmenin insani boyutuna öncelik vermeye özen gösteriliyor mu? Açlık sınırının altında ölmemek için direnen emeklileri, fakirlik sınırının altında yaşam savaşı veren işçi ve memurları olan bir ülkede insani gelişmişlikten bahsedilemez.

Yüksek enflasyon nedeniyle açlık ve yoksulluk sınırı giderek derinleşirken, Türk halkı her geçen gün daha da fakirleşiyor. 2023 Refah Endeksi, Türkiye’nin en fakir ülkeler arasında üst sıralara yerleştiğini gösterdi. Satın alma gücünde Avrupa'nın en alt seviyelerine düşen Türkiye, listede Makedonya ve Arnavutluk’un bile gerisinde kaldı. Türkiye, listede sondan üçüncü sırada yer aldı.

Hani Batı bizi kıskanıyordu?