Zamanın evliyâsından Süfyân-ı Sevrî hazretleri hastalandı. Yakınları ona mütehassıs bir Hıristiyan doktor getirdiler. Doktor muayene edeceği şahsın Müslümanların büyüklerinden ve evliyâsından olduğunu duymuştu.

Süfyân-ı Sevrî hazretleri  gelen doktor ile tıp ve diğer ilimler üzerine sohbet etti.

Gelen şahıs tabip olmasına rağmen, Süfyân-ı Sevrî hazretlerinin tıp üzerine verdiği bilgiler, hiç duymadığı, bilmediği şeylerdi. Bunları dinlerken hayretler içinde kaldı.

Daha sonra muayene etti. Muayeneden sonra dedi ki:
- Sizin akciğeriniz ve böbrekleriniz, tamamen çalışmaz durumda. Bu hâliyle bir insanın yaşaması imkânsızdır.

Süfyân-ı Sevrî  hazretleri buyurdular ki:
- Allahü teâlâ her şeye kadirdir.

Bunu hayretle dinleyen doktor şöyle düşündü:
“Bir dinde, tıbben yaşaması mümkün olmayan bir insanın yaşaması o dinin yanlış ve batıl olmadığına açık delildir.”
Süfyân-ı Sevrî  hazretlerinin huzurunda kelime-i şehâdet getirip Müslüman oldu.

O devrin halifesi bunu duyunca buyurdu ki:
“Ben sandım ki, doktor  hastanın yanına geldi. Meğer hasta doktora gönderilmiş.”

Süfyân-ı Sevrî hazretleri birgün buyurdu ki:
Her gece, “Allaha ibâdet edenler yok mu, kalksınlar?” diyen bir ses cihânı kaplar. Âbidler kalkıp sehere kadar ibâdet ederler. Seher vakti olunca, “İstiğfâr edenler yok mu?” denir. Onlar da kalkıp istiğfâr ederler. Sabah namazı olunca da, “Gâfillerden kalkan yok mu?” denir. Bunlar ise, mevtalar mezardan kalkar gibi kalkarlar.