Aralık ayının sonuna gelmemize rağmen karakışla henüz müşerref olamadık. Pek çok şeyin eskisi gibi kalmadığı günümüzde, iklim de artık eskisi gibi değil. Yağmur yok, kar yok. Hava sonbahar havası sankiHatırlıyorum da çocukluk yıllarımızda yani bundan elli altmış yıl kadar önce, aralık ayı gelince aileleri kış korkusu sarardı.Zaten yazdan hazırlanan pek çok yiyecek içecek, zat zahire, kurutmalıklar, odun kömür, üst baş tedariki bildik kara kışın etkisinden korunmak, kışı rahat geçirmek için yapılırdı.O yıllarda yılbaşlarına doğru karakış ikendisini iyiden iyiye hissettir iken, tecrübeli yaşlılar havanın gidişatından hava tahminlerinde bulunur; “Akşama kar var ha!” dedikleri günün gecesi, kar hıssadanak gelir, şehri beyaz örtüsüyle örterdi.Karın yağdığı günün sabahı hanelerde telaş başlarken, kimileri damda karı kürür, kimi kapı önlerindeki karı temizler, yol açma derdine düşerlerdi.Eskilerde kış demek; çile demekti, masraf demekti! Şimdilerde olduğu gibi doğalgaz yoktu. Her oda ısıtılamaz, tüm aile bir kışı genellikle tek göz odada geçirirdi. Karla birlikte odaların ısınması için bacalar daha fazla tütmeye, yakılan odun kömür kokusu genizleri daha fazla yakmaya başlardı.Evlerden sokağa uzanan soba borularından yollara damlayan katran karası damlalar ,gelen geçenin üstüne düşer, kar üzerinde kapkara bir leke oluşurdu. Bu da gelip geçenlerin korkulu rüyası olurdu.Kar yağınca, cadde boyunca yan yan dizili dükkânların önlerine yığılan karlar dükkân sakinlerince cadde ortasına doğru küreklerle atılırken, gelen geçen araçların ermesine bırakılırdı. Sokak aralarında damlardan kürünen karlar yolları geçilmez hale getirirken, bu karlar bir tarafa yığılır, geçitler açılırdı.Kar yağdığında ana caddelerde yürümek hepimiz için sorun olurdu. Birkaç kez üst üste yağan kar, kaldırımlarda kalın bir buz tabakasına dönüşürken, haftalarca yerden kalkmazdı. Pek çok kişi buz tutmuş kaldırımlarda yürürken kayar, düşüp kalçasını kırardı. En nihayetinde belediye çalışanları kaldırmalardaki buz tabakasını kazma kürekle kırar, temizler, hepimizin rahat bir nefes almasını sağlarlardı.Sokaklara, özellikle yokuşlara buz tutmasın, gelen geçen düşüp bir yelerini kırmasın diye evlerde yanan sobalardan çıkan küller yollara serpilir, kaymaların önüne geçilmeye çalışılırdı.Karakışın en güzel tarafı, karla kaplı sokaklarda çocukları görmek, oyunlarını seyretmekti. Mahallenin çocukları kartopu oynamak, kardan adam yapmak için seferber olurken, soğuktan burnumuz, kulaklarımız donar, parmak uçlarımız sızlardı. Ayakkabılarımız eriyen karda su çeker, çoraplarımız ıslanır, ama oyunu asla bırakmazdık, eve gitmezdik. Buz gibi havada hasta olmak aklımızın ucundan bile geçmezken, aileler çocuklara engel çıkmaz, kimse de şikâyet etmezdi.O yıllarda dizimize kadar kar yağsa da okullar asla tatil olmazdı. Öyle öğrenci servis araçları da yoktu. Buna rağmen mahallenin küçük yaştaki talebeleri komşunun aynı okula giden abilerine, ablalarına emanet edilir, onlarla okula gönderilirdi. Herkesin herkese güveni tamdı. Kimsenin de gözü arkada kalmaz, ”çocuğumun başına bir iş gelir” diye düşünmezdi. Okula gidiş dönüş yolları öğrenciler için şakalaşmak, oyun oynamak için ayrı bir oyun alanlarıydı.Yağan karın ardından mahallenin çocuklarının sokakta karla kucaklaşması, bağırış çağırışlarla, kahkahalarla yokuş aşağı kaymaları onların dört gözle bekledikleri anlar, en büyük zevkleriydi.Eline naylon leğeni, uzun geniş düz bir tahta parçasını, lastik araba tekerini geçiren çocukların bunu kayak gibi kullanırken, geniş bir naylon parçası üzerine üç beş çocukla birlikte binip haykırışlar arasında yokuş aşağı kaymaları her kış sıradan görüntülerdi. Karda gezmek, oyunlar oynamak çocuklar için binbir gece masallarında uçan halıyla göklerde geziniyormuş hissine kapıldığı anlardı. Yıllar sonra o yaşananlar özlem duyacağımız anlar olacaktı.Kış aslında büyüklerimiz için her daima eziyetti ve masraftı. Odun kömür almak, eve taşımak, soba yakmak, her gün onun külünü çekip yeniden doldurmak, dolan soba borularını temizlemek kadınların çilesiydi sanki. Tüm aile üyeleriyle kışı bir odada geçirmek sıkıntılı olsa da aile hayatının bir gerçeğiydi. Kimse de şikâyet etmezdi.Kış ne kadar şiddetli geçse de yağan karın çokluğu;bolluğa berekete yorumlanır, baharda çağlayarak akacak derelere, prırılpırıl coşacak pınarların kaynağı olacağına inanılır, meyvenin sebzenin bolluğuna işaret olarak düşünülürdü.Şimdi o kışlar kalmadı. Nerede o eski karakışlar! Yere üç beş santim kar düşse okullar tatil oluyor. Nerdeyse olağan üstü hal ilan edilecek hale geliyoruz.Şimdi o kara kışları, O kış gecelerini, kış gecelerinde bütün aile üyelerinin yan yana durduğu, hikâyelerin anlatıldığı, tandır başlarında geçmişin yâd edildiği anları özlüyorum. Yanan soba üstünde demlenen burcu burcu kokan çayı, pişirilen kestaneyi, patlatılan mısırı, babamın kuzine soba üstünde eliyle kırıp bastığı, pişirdiği cevizli künefeyi özlüyorum. Sobanın arkasına pisik gibi minderin üstüne sinip rüyalara daldığımız günleri özlüyorum.Diz boyu karda, buz gibi havada okul yoluna düştüğümüz günleri, fırından yeni çıkmış mis gibi satın aldığım ekmeğin avucumda hissettiğim sıcaklığını, o ekmeğin ucundan kulağından ufak ufak yiyerek eve döndüğüm anları arıyorum.Soğuk kış gecelerinde sobada yanan ağacın kokusunu, odanın duvarına yansıyan ateşin raks edişini, altımıza açılan yün yatağın, üstümüze örtülen kar beyaz yorganın, başımı koyduğum yastığın kokusunu, ılıklığını, huzurunu özlüyorum.Velhasıl eski kışları ve o kışlarda yaşadığım aile ortamlarını özlüyüm.