Emperyal projelerin en kullanışlı aparatı terör örgütleridir.

Perde gerisinden sufle yapılan terör örgütü yöneticileri aldıkları ev ödevlerini büyük bir iştahla yerine getirmekle mükelleftir. Zira mevcudiyetlerinin yegane gayesi budur. Eğer üstlendikleri görevi ihmal ya da suistimal etme gibi bir yola girmişlerse derhal kızağa çekilerek, infaz edilirler.

Emperyalist ülkelerin finanse ettiği ve kumandasını elinde tuttuğu komuta kademesini ise besiye çekme nedeni budur.

Bu ülkelerle bir yola girilmişse artık buradan kendi özgür iradenizle çıkma gibi bir şansınız yoktur. Ya oyun bitene kadar öngörülen rolünüze göre şekil alırsınız ya da son kullanma tarihiniz bittiğinde hayatla aranızdaki bağı dış müdahale ile kopacak demektir.

Belçika’da PKK’lıların Türklere ait işyeri, ev, araç ve camiiler dahil olmak üzere gerçekleştirdikleri ırkçı saldırılar farkla bir boyuta evriliyor. PKK’yı diğer terör örgütlerinden ayıran en büyük özellik ırkçı ve faşist bir örgüt olmasıdır.

Önceki yıllarda “Kahrolsun Türkler” sloganlarıyla yürüyen örgütün, Türk devletine ait noktaların dışında bu kez Türk sivil hedeflerine yönelmiş olması Avrupa’dan Anadolu içlerine kadar uzanacak kanlı bir mesajın kodları olarak anlaşılmalıdır.

Örgüt Kürt diasporasını manipüle ederek merkezine Türk düşmanlığını oturttuğu kitleselliğin alt yapısını oluşturuyor.

İnternet ortamında PKK’nın zehirli politikası meyvelerini veriyor ve Türk düşmanlığı artık açık politika olarak ifade ediliyor.

Türkleri ve Kürtleri birbirine kırdırma politikası sağduyu sınırlarını ne kadar zorlayacak bilinmez. Ancak yetki ve karar merciini elinde bulunduran iktidarın meseleyi salt Irak ve Suriye kırsalıyla sınırlama yanlışı, terörle mücadeleye karşı yeni cepheler açılmasını zorunlu hale getiriyor.

Madem ki PKK, ABD - AB bloğunun Türkiye’ye karşı elinde tuttuğu bir koz; o vakit Türkiye’nin terörle mücadeleyi Irak ve Suriye kırsalından alarak Avrupa içlerine kadar genişletme hakkı kendiliğinden oluşmuş demektir.

Örgütü dizayn eden yönetim kadrosunun bertaraf edilmesi için gereğinde casuslar savaşını da göze alacak cesur bir karşı hamle en akılcı yol olarak karşımızda durmaktadır. Avrupa içlerine kadar yapılacak olan gayri nizami harp ve oluşturduğu koşullar Avrupalıların da toplumsal huzurunu kaçıracak hale geldiğinde, teröre beşiklik etmenin ve terörü kuluçkaya yatırmanın ne derece yanlış bir tercih olacağını onlara gösterecektir.

Diyalektik gerçeklik ‘Her yeni dönemin yeni mücadele biçimlerini beraberinde getirdiği’ gerçeğidir.

Mücadele zamana, zemine, tarihsel koşullara ve sosyal olgulara göre şekil alabilir ve değişim gösterebilir.

PKK’nın algıdan olguya göre şekil vermeye çalıştığı Kürtler üzerinden top yekün bir mücadele sathı projesi, fazlasıyla Türk devletinin alacağı inisiyatife bağlı gözüküyor.

Eğer siyasal iktidar devleti pasivize etme, iç ve dış cepheyi küçültme gibi bir politikayla, düşmanın uslanmasını ve akıllanmasını beklerse bu haşmetli bir yanılgı olur.

Zira Türk devleti, Kürt orijinli gibi görünen PKK adlı bir terör örgütüyle değil, başta ABD olmak üzere AB konsorsiyumuyla ve hakim bir dünya güçleriyle savaşıyor.

Bu nedenle devlet, ırkçı ve bölücü teröre karşı kimi coğrafyalarda düzenli ordusuyla nizami savaş koşullarının emri gereği savaşırken, kimi coğrafyalarda ise gayri nizami savaş koşullarıyla, mücadeleyi rutinin dışında kabul etmelidir.

Hükmet, Türkiye’nin bir varoluş mücadelesi olan terörle savaşının bütün bir Avrupa’ya yayılabileceğini diplomatik bir dille ilan etmelidir.

Geçmişte Şah döneminden arta kalan SAVAMAK ajanlarının bir kısmı Hümeyni döneminde revize edilerek İran Devleti’nin düşmanlarının Avrupa içlerinde infazlarla tüketilme taktiği unutulmamalıdır.

Diğer taraftan geri kabul anlaşması başta olmak üzere, mültecileri rölantiyede tutmak gibi akıl dışı bir politikaya evet demenin, Türkiye’yi dünyanın mülteci depolama merkezi haline getirdiği ortada iken, AB’nin Türkiye’ye teşekkürü ise bölücü teröre hamilik etmesiyle karşılık buluyor.

Moskova’daki terör saldırısından sonra Rus hükümetinin yabancıları ve mültecileri sınır dışı etme kararı, terörle mücadele alanının sonsuz genişlikte ve sayısız alternatifinin olduğunu anlamak için bir örnek sayılabilir.

Hasılı kelam Belçika’dan, Adıyaman’daki deprem konutlarındaki Türk bayraklarının yere atılmasına kadar uzanan fiziki ve zihni ihaneti, Türk asli unsuru derin bir kaygıyla karşılamış ve sabır sınırlarının bittiği yerdeki nöbetine devam kararı almış görünüyor.

Ancak hükümetin Belçika’daki saldırılarla ilgili konuyu takip edecek olmanın dışında somut ve cesur adımlarla olaya müdahil olması, iç kamuoyunun beklentisi dahilinde.

Zira, bir beka meselesi olan terörle mücadele resmine meşru gücün dışında, sivil halkında bir meselesidir. Ancak mücadele takvimini ve trafiğini belirleyecek olan muktedir güç devlet olmalıdır.

Aksi durumda sonucu düşünmek dahi istemiyorum.