Neler gelir Neler geçer şu fani dünyada insanın başından değil mi.

Her insan ayrı bir romanın konusudur sanki “Hayatım roman” deriz ya işte öyledir hayat her insanın ayrı bir hayat hikayesi vardır.

Kimi para, mal ve şöhret içinde yüzerken bazılarına bela, musibet ve felaket yağmur gibi yağar, dertler üst üste gelir.

Ama ne çare ki haktan gelene ne denir ki, Allah dostunun dediği gibi;

“Kahrın da hoş lütfun da hoş” yani Hakkın yazdığına boynumuz kıldan ince olmak gerekir sabırdan başka yapacak yok ki.

İşte bu musibet ve belalara bazıları isyan ederken, işin farkında olan  bazı gönül erleri de “ Bu da geçer ya hu” derlermiş, İslam aleminde ve özellikle Osmanlıda bu söz öyle yaygınlaşmış ki hattatlar güzel yazılarla yazıp halk evlerin, işyerlerinin ve dergahların duvarlarına asarlarmış. Bu yazıya bakan dertliler ve sıkıntıda olanlar ferahlarlar içinde bulundukları halin geçici olduğuna inanırlarmış.

Aslında bu “Buda geçer ya hu” sözünün bir hikayesi de varmış gönül erleri şöyle anlatırlarmış;

                                             ******************

“ Dervişin biri, uzun ve yorucu bir yolculuktan sonra bir köye ulaşır. Karşısına çıkanlara kendisine yardım edecek, yemek ve yatak verecek biri olup olmadığını sorar. Köylüler kendilerinin de fakir olduklarını, evlerinin küçük olduğunu söyler ve Şakir diye birinin çiftliğini tarif edip oraya gitmesini tavsiye ederler.

Derviş yola koyulur, birkaç köylüye daha rastlar. Onların anlattıklarından Şakir’in bölgenin en zengin kişilerinden biri olduğunu anlar. Bölgedeki ikinci zengin ise Haddad isminde başka bir çiftlik sahibidir.

Derviş, Şakir’in çiftliğine varır. Çok iyi karşılanır, iyi misafir edilir, yer içer, dinlenir. Şakir de ailesi’de hem misafirperver hem de gönlü geniş insanlardır…

Yola koyulma zamanı gelip Derviş, Şakir’e teşekkür ederken, “Böyle zengin olduğun için hep Şükür et.” der. Şakir ise şöyle cevap verir: “Hiçbir şey olduğu gibi kalmaz. Bazen görünen gerçeğin ta kendisi değildir. Bu da geçer…”

Derviş Şakir’in çiftliğinden ayrıldıktan sonra bu söz üzerine uzun uzun düşünür. Bir kaç yıl sonra dervişin yolu yine aynı bölgeye düşer. Şakir’i hatırlar, bir uğramaya karar verir. Yolda rastladığı köylüler ile sohbet ederken Şakir den söz eder. “Haa o Şakir’mi” der köylüler, “O iyice fakirleşti şimdi Haddad’ın yanında çalışıyor.”

Derviş hemen Haddad’ın çiftliğine gider, Şakir’i bulur. Eski dostu yaşlanmıştır, üzerinde eski püskü giysiler vardır. Üç yıl önceki bir sel felaketinde bütün sığırları telef olmuş, evi yıkılmıştır. Toprakları da işlenemez hale geldiği için tek çare olarak selden hiç zarar görmemiş ve biraz daha zenginleşmiş olan Haddad’ın yanında çalışmak kalmıştır. Şakir ve ailesi üç yıldır Haddad’ın hizmetkarıdır.

Şakir bu kez Derviş’i son derece mütevazi olan evinde misafir eder. Kıt kanaat yemeğini onunla paylaşır… Derviş vedalaşırken Şakir’e olup bitenlerden ötürü ne kadar üzgün olduğunu söyler ve Şakir’den şu cevabı alır: “Üzülme… Unutma, bu da geçer…”

Derviş gezmeye devam eder ve yedi yıl sonra yolu yine o bölgeye düşer. Şaşkınlık içinde olup biteni öğrenir. Haddad birkaç yıl önce ölmüş, ailesi olmadığı içinde bütün varını yoğunu en sadık hizmetkarı ve eski dostu Şakir’e bırakmıştır. Şakir Haddad’ın konağında oturmaktadır, kocaman arazileri ve binlerce sığırı ile yine yörenin en zengin insanıdır.

Derviş eski dostunu iyi gördüğü için ne kadar sevindiğini söyler ve yine aynı cevabı alır: “Bu da geçer…”

Bir zaman sonra Derviş yine Şakir’i arar. Ona bir tepeyi işaret ederler. Tepede Şakir’in mezarı vardır ve taşında şu yazılıdır: “Bu da geçer…”

Derviş, “ölümün nesi geçecek?” diye düşünür ve gider. Ertesi yıl Şakir’in mezarını ziyaret etmek için geri döner; ama ortada ne tepe vardır nede mezar. Büyük bir sel gelmiş, tepeyi önüne katmış, Şakir’den geriye bir iz dahi kalmamıştır…

O aralar ülkenin sultanı, kendisi için çok değişik bir yüzük yapılmasını ister. Öyle bir yüzük ki, mutsuz olduğunda umudunu tazelesin, mutlu olduğunda ise kendisini mutluluğun tembelliğine kaptırmaması gerektiğini hatırlatsın… Hiç kimse Sultanı tatmin edecek böyle bir yüzük yapamaz. Sultanın adamları da bilge Derviş’i bulup yardım isterler. Derviş, Sultanın kuyumcusuna hitaben bir mektup yazıp verir. Kısa bir süre sonra yüzük Sultan’a sunulur. Sultan önce bir şey anlamaz; çünkü son derece sade bir yüzüktür bu. Sonra üzerindeki yazıya gözü takılır, biraz düşünür ve yüzüne büyük bir mutluluk ışığı yayılır: “Bu da geçer” yazmaktadır.”

“Buda geçer Ya Hû” sözünün aslı bundan bin küsur sene önce ye, Bizans dönemine uzanır. Bizanslılar fena bir işe uğradıkları zaman “Buda geçer” manasına gelen “ K’afto ta perasi” demektedirler. Bu söz Selçuklular zamanında İran taraflarına geçer, ama Farsçalaşıp                                “ in niz beguzered” olur. Osmanlılar devrinde Türkçe söylenip “Bu da geçer” yapılır. Derken tekkeler de ve dergâhlar da da benimsenir ve sonuna ‘Ya Allah’ manasına gelen bir ‘Ya Hû’ ilave , “BU DA GEÇER YA HÛ” haline gelir…

Hayat inişli çıkışlı dır. Her zaman bulunduğumuz durumun gelip geçici olabileceği aklımızdan çıkmamalıdır.

Hiç kimse malına, makamına, parasına ve güçlülüğüne güvenip “ Bu güç servet ve makam ebediyen bende kalacak” demesin. Hiç kimse de sıkıntılarının büyüklüğüne bakıp “ Bu dertler hiç bitmez” demesin.

Unutmamak lazımdır ki yaşlı dünyamızın topraklarında, hazinelerinin anahtarlarını develerin taşıdığı Karun gibi zenginler, yüzbinleri ölüme götüren Firavun ve Nemrut gibi İlahlık taslayan ve kendini en güçlü zanneden sayılarını bilemeyeceğimiz kadar zalimler ve türlü acılar ve sıkıntılar çeken mazlumlar yatmaktadır. Demek ki herşey geçicidir ve bizlere imtihan için verilmiştir.

Bizlere düşen ise “Bu da geçer ya hu” diyerek her halin fani olduğunu bilmemizdir.