Yola çıkan adam sakin adımlarla şehri gezmeye koyulmuştu.

Kentin kenar mahallelerinden çıkıp yavaş yavaş şehrin kalbine doğru ilerlerken yolu Doğum evinin önüne düşmüştü;

Doğum evinin önü kalabalıktı, Ambulanslar, özel arabalar ve piyasa taksilerinin biri gidip biri geliyordu, ortalığı inleten Ambulanslardan ya sedye ile ya da ayakta birinin koluna yaslanmış bir eliyle karnını tutan, yorgun, bitkin ve sancılarından dolayı ağırdan ağıra; Ah! Of! Sesleri çıkartan hamile kadınlar yanlarındaki refakatçılarıyla acele adımlarla doğum evine giriyorlardı.

Onlar sancının ve korkunun verdiği sıkıntılarla içeri girerken, içerden dışarıya çıkanlarda vardı. Bunlar genellikle beyaz kundağa sarılmış küçücük çocuklarla mutlu ve gülücük saçan Anne ve Babalardı, gerçi bazı Babalar oğlan beklerken kız çocuk sahibi olmanın verdiği asabiyetle kızgın görülseler de (Bazen tersi de olabilir) genellikle doğumhaneden çıkanlar mutluluk tablosu arz ediyorlardı.

Haneye yeni gelen minnacık bir can herkesi mutlu ediyordu. Kucaklarında süslü kundaklara sarılı bebeklerle habire insanlar çıkıyor yeni yeni canlar yaşlı dünyaya merhaba diyordu.

Şehri turlayan adamın yolu bu sefer de bir okuldan geçiyordu,

Teneffüse çıkan yüzlerce çocuk kuş sürüleri gibi cıvıldaşarak okulun bahçesinde oynuyorlardı, bu çocukların kimisi altı kimisi on kimileri ise on iki yaşlarında idiler, çocuklar koşarak zıplayarak teneffüsün tadını çıkarıyorlardı.

Okulun bahçe duvarından epey seyretti adam irili ufaklı çocukların gamsız dertsiz oyunlarını, hepsinin yüzünde çocukça masum gülücükler vardı.

Kendisi de neşelenmişti bu masum çocukların hallerinden.

Az ilerden bir çalgı sesi geliyordu yolunu oraya doğrulttu kalabalık toplanmış genç insanlar müzik eşliğinde oynuyorlar bir genci omuzlarına alan gençler topluluğu onu havaya atıp tutuyorlardı. Orada ki birine sordu;

“Ne var burada bir düğün mü?”,

“Hayır” dediler “Bir asker uğurlaması”.

Güzel” dedi “memleketin askere de ihtiyacı var” dedi.

Yine yürümeye devam etti kalabalık caddelerde az ilerde bir düğün salonu gördü düğün salonunun önünde bir kalabalık birikmişti, birden kalabalık hareketlendi ve;

 “Geliyorlar”, “Geliyorlar”,

Sesleri eşliğinde bembeyaz, çiçeklerle ve krampon kağıtlarıyla süslü bir araba solonun önünde durdu içinden önce damatlıklarını giyinmiş bir genç sonra bembeyaz bir kuğu gibi giyinmiş gelin indi ve fotoğraf makinalarının flaşları patlamaya başladı kalabalıktan “Maaşallah, Maaşallah” sesleriyle gelin damat ve mutlulukları yüzlerinden belli olan insan kalabalığı salona girmeye başladılar.

Kendisi de mutlu olmuş evlendiği gün aklına gelmişti, mağaza camekanına baktığında kendini gülümser bir yüzle görmüştü.

Şehrin kalabalığını yara yara ilerleyen adamın mutluluğu nu “Şehir Hastanesi” yazısı yarıda kesmişti. Evet adam yürüyerek Hastanenin önüne gelmişti, burası da Doğumevi gibi insanların yoğun olduğu yerlerdendi hatta doğum evinden kat be kat daha çok insan oradaydı.

Sirenlerini çalarak gelen Ambulanslar, taksiler ve kornalarını sürekli çalan özel arabaların biri geliyor biri gidiyordu, bu vasıtalardan indirilen hasta ve yaralılar kimi yürüyerek kimi tekerlekli sandalyelerle kimisi de sedyelerle içeriye taşınıyordu. Burada herkes telaşlı, sinirli ve üzgündü. Devamlı bir şekilde yüksek sesle, “Doktor yok mu”, “Çabuk sedye yetiştirin”, “Hemşire nerede”, “Adam ölüyor Allah için yetişin”, “Serum, serum bağlayın”, “Hastabakıcı bu hastayı ameliyathaneye alın”, “Lütfen boşaltın burayı” bu ve bunun gibi sesler hastaneyi çınlatıyordu.

Sedyelerle taşınan insanlar, tekerlekli sandalyeyi itekleyen refakatçılar, ellerinde ilaç poşetleri taşıyanlar, serum torbası elinde bahçede sigara içen hastalar, ölen bir yakınına ağlayan hasta yakınları, bağıran çağıran, telaşla telefonla konuşan ve telaşla koşuşturan insanlar burada acıklı bir tablo oluşturuyordu.

Hastane bir fabrikanın seri üretim bandı gibi çalışıyordu, bir yandan sedye ile tekerlekli sandalye ile veya ayakta gelen insanlar içeriye alınıyor kimisi tedavi veya ameliyat olup evine giderken kimileri maalesef yoğun bakıma alınıyor orada düzelmeyip ölenler ise Morga alınıyorlardı.

Morg kapısında ağlaşan insanlar vefat eden yakınlarını göz yaşları içinde tabutlara koyarak mezarlığa götürüyorlardı.

Adamı hastanede ki ortam bayağı üzmüştü. Adam üzüntü ile yürürken şehrin gökdelenlerini, lüks apartman dairelerini ve Zengin alışveriş merkezlerini geride bırakıp şehrin sonunda ki Mezarlığa geldiğinin farkına varmıştı.

Mezarlık canlılarla ve ölenlerin mezarlarıyla hınca hınç dolmuştu, camiden okunan Yasin Süresinin sesi geliyordu, cenazeler Musallada bekliyorlardı, gelenler ölülerin ruhuna fatiha okuyup cenaze yakınlarına başsağlığı diliyorlardı, kimisi telefonla konuşuyor kimisi sigara ve çay içiyor kimisi ise elinde mendil sessizce ağlıyordu, avluda bekleşenlerin içinde her tabakadan insan vardı bu giyimlerden anlaşılıyordu.

Adam kendi kendine şöyle dedi “İşte yolun sonu, doğumhanede başlayan, okul ve düğün salonunda devam eden hastanede mola verilip şu tahta tabut içinde Veda edilen yolun sonu”.

Adam imama uyup kalabalıkla öğle namazını kıldı, sonra yine camiden çıkan kalabalıkla İmama uyarak musallada yatan meyyitler için cenaze namazına durdu, İmam efendinin gür sesini duydu;

“Er kişi niyetine”.

Sonra konvoya katılarak kazılan mezara gidil di, ve defin başladı.  İmam efendi Yasin okurken Çarçabuk rahmetlinin üzerine en sevdikleri tarafından toprak atıldı ve iki taş dikildi şimdi o bir Mezardı artık, Yine İmamın sesi duyuldu;

“Ya Ayşe ibni Abdullah”.

“Gul la ilahe illallah”, “Muhammed Rasulullah”, “Cennet hak”, “Cehennem hak”, “Sırat hak”, “Mizan hak”

Ve sessizce dağıldı kalabalık, taze mezar, taze meyyit tek başına kaldı toprağın altında günahlarıyla ve sevaplarıyla.

Adam da dağılan kalabalıkla beraber tekrar şehre doğru yola çıktı.