Geçtiğimiz Pazar, Cumhuriyetimizin 100. Yılını büyük bir coşkuyla kutladık. Bu vesileyle bir kez daha tüm okurlarımın Cumhuriyet Bayramını yürekten kutlarım.

Yeni bir ülkenin kuruluşu, yokluk yılları ve özellikle Osmanlı İmparatorluğundan kalan çok ciddi bir borç yükü altında Cumhuriyetin ilk yıllarında nasıl bir vergi politikası izlendi bu hafta yazımda kısaca bunlardan bahsetmek istiyorum. 

Kamu hizmetlerinin etkin sunulmasının en önemli unsurlarından biri yeterli düzeyde kaynağa sahip olunup olunmadığı ile ilgilidir. Kamu gelirleri içerisinde en büyük pay neredeyse ülkelerin tamamında vergilerden oluşmaktadır. Dolayısıyla hükümetler açısından etkin vergi denetimi oldukça önemlidir. Ayrıca genellikle politik gelişmelerin temelinde de vergiler yer almaktadır.

Vergiler ekonomik, politik, sosyolojik ve psikolojik açıdan oldukça önemlidir. Yeni kurulan ülkelerde ya da bağımsızlığını elde eden ülkelerde de bağımsızlığın ya da kuruluşun bedeli olarak değerlendirilen vergiler hem yeterli kaynak sağlayacak düzeyde yani mali amacın gerçekleşmesine katkı sunacak düzeyde olmalıdır. Hem de toplumsal tepkileri engelleyecek nitelikte düzenlenmiş olmalıdır. Bu şekilde düzenlenmiş olan vergilerde hem vergi uyum düzeyi yüksek olmaktadır, hem de vergi uyum maliyetleri düşük olmaktadır.

Ele aldığımız dönem boyunca Cumhuriyet hükümetlerinin temel İktisat politikasını amacının iktisadi kalkınmayı hızlandırmak olduğunu ancak bu amacın “Sağlam Para”, “Denk Bütçe” politikası ile gerçekleştirilmeye çalışıldığını söyleyebiliriz. Ödemeler bilançosunu denkleştirmek kredi ihtiyacının giderilmesi ve bankacılık sisteminin yabancıların egemenliğinden kurtarılması için ulusal bankaların kurulması önemli politika amaçlarını oluşturmaktadır.

Ancak özellikle ilk dönemde iktisat politikası amaçlarını gerçekleştirmek için gerekli araçlardan devlet tamamıyla yoksundu. Devletin elinde düzenli bir maliyet teşkilatı yoktu. Para politikasını yönlendirecek Merkez Bankası yoktu. Bankacılık sistemine yabancılar hakimdi. Lozan Antlaşması gereğince dış ticarette korumacı bir politika uygulanamamaktaydı. Cumhuriyetin kuruluşunun ilk 5-6 yılında Türkiye ekonomisinin dış konjonktürden kolayca etkilenebilecek hassas bir yapıya sahip olduğunu söyleyebiliriz.

Nitekim 1929 Dünya Büyük Bunalımı Türk ekonomisine bir kambiyo buhranı şeklinde yansımış, uluslararası tarım ürünleri fiyatlarındaki büyük düşüşler tüm ekonomiyi özellikle piyasaya açılmış tarım kesimini olumsuz etkilemiştir. Dünya bunalımı ile birlikte Türkiye planlı ve devletçi bir kalkınma stratejisine geçmiştir.

Cumhuriyet’in erken dönemlerinde, Osmanlı'dan kalan vergi sistemi uygulamaları devam etmiştir. Türkiye ekonomisi o dönemde daha çok tarıma dayalı olduğu için vergilerde büyük ölçüde tarıma dayalı vergilerden oluşmuştur. Dolaysız vergiler içerisinde; bina ve arazi vergileri, temettü vergisi, hayvanlar (ağnam) vergisi, aşar ve madenlerden alınan vergiler yer alırken, tömbeki bayilerinden alınan vergiler, gemi harçları, sağlık harçları, deniz ve kara avcılığı vergileri ile gümrük vergileri dolaylı vergiler grubunu oluşturmaktadır. Araziden sağlanan tarımsal ürünler üzerinden genellikle onda bir oranında aynî olarak alınan Aşar vergisi ise en önemli dolaysız vergilerden birini oluşturmaktadır.

O dönemde alınan en önemli vergiler arasında;

• Aşar vergisi,

• Hayvan vergisi,

• Yol vergisi,

• İktisadi buhran vergisini,

sayabiliriz.

1929 krizinden önce klasik yaklaşımın savunmuş olduğu tarafsız devlet anlayışı 1929 krizinden sonra yerini fonksiyonel devlet anlayışına bırakmıştır. Bu dönüşümle birlikte vergilerin de daha çok mali olmayan amaçlarının uygulandığı görülmüştür. Önceleri sadece gelir elde etme amacıyla tahsil edilen vergilere başvurulurken 1929 krizinden sonra bu amaçla birlikte sosyoekonomik amaçlara da ulaşılmaya çalışıldığı görülmektedir. Bu yaklaşımın Türkiye’de Erken Cumhuriyet döneminde de benimsenmiştir. Cumhuriyet’in erken dönemi maliye politikası uygulamalarına bakıldığında, yeni rejimin karşılaşabileceği olumsuzlukların asgari seviyede tutulmaya çalışıldığı görülmektedir. Özellikle Aşar vergisinin kaldırılması bu savı destekler niteliktedir.

Cumhuriyet hükümeti  1923 İzmir İktisat Kongresi'nde alınan kararlara da uygun olarak Osmanlı Devleti'nden devraldığı vergileri 1925 yılından itibaren bir vergi reformuna tabi tutmuştur.

Bu reform çerçevesinde 1925 yılında aşar vergisi kaldırılmış, söz konusu verginin kaldırılması önemli bir vergi geliri açığı yaratmıştır. Bu gelir açığını gidermek için tarım kesiminde bir takım düzenlemeler yapılırken hem bu nedenle hem de Tazminattan beri yapılmaya çalışılan vergi yükünü tarım dışı kesime aktarmak amacıyla da tarım dışı kesime yönelik düzenlemelere gidilmiştir.

Öncelikle tarım kesiminde aşarın yerine geçmek üzere toprak mahsullerinin demiryolu ve deniz yoluyla pazarlanan kısmı üzerinden bir vasıtalı vergi alınması öngörülmüştür

Tarım dışı kesimde ise dolaysız vergilerle ilgili olarak 1926 yılında temettü vergisi kaldırılarak yerine kazanç vergisi konulmuştur. Bu verginin konusunu ticaret ve sanatla uğraşan gerçek ve tüzel kişilerin geliri oluştururken, vergi yükümlüleri beyannameye tabi ve beyannameye tabi olmayan hükümler şeklinde sınıflandırılmıştır. Muhasebe kayıtlarının iyi tutulmamasının yarattığı sorunlar nedeniyle bu kanunda değişiklikler yapılmış beyannameli yükümlüler sadece şirketleri kapsayacak şekilde daraltılmıştır. Yine 1926 yılında servet transferlerinin vergilendirilmesi amacıyla Veraset ve İntikal Vergisi konulmuştur. 

Dünya bunalımının etkisi dünya tarımsal ürünler fiyatlarının düşmesi şeklinde en çok tarım kesiminde görülmüş, yaşanan deflasyon Gayri safi milli hasılada düşme bütçe gelirlerinde de düşüşlere neden olmuştur. Tarım kesiminin kötü duruma düşmesi nedeniyle bütçe gelirlerindeki azalma kentli nüfus üzerine konulan vergilerle giderilmeye çalışılmıştır

Yeni kurulan Cumhuriyette, elde avuçta hiçbir şey yokken 1923-1938 yılları arasında denk bütçe özelliği benimsenmiş, birkaç yılın dışında da denk bütçe sağlanarak, çok ciddi büyüme rakamlarına ulaşılmış, değerli bir Türk lirası ile birlikte cari açık verilmeden kalkınma hamleleri peş peşe sıralanarak, günümüz Türkiye’sinin temelleri atılmıştır.