Gelişmeleri endişe ile izliyoruz. Dünya nereye gidiyor, bölgemizde daha neler yaşayacağız bilmiyoruz.
Sorun şu ki Türkiye, son dönemde yaşanan gelişmelere sürekli hazırlıksız yakalanıyor.
Şimdi, “Nasıl hazırlıksız olabiliriz. İsrail, İran’ı vuracağını bas bas bağırıyordu. Perşembenin gelişi, Çarşamba’dan belliydi” diyebilirsiniz.
Strateji üretme kabiliyetinizi kaybederseniz, her konuya hazırlıksız yakalanırsınız.
Trump’un göreve gelmesinin ardından, iki hafta içinde Şam Yönetimi’nin değişmesini, sadece izleyebilen siyasi öngörümüz, Şam Emevi Camisinin halısını değiştirmekten öteye götüremedi bizi.
Bakanlarımız, kurum yöneticilerimiz, Cuma namazı için Emevi Camisi’ne akın ederken, İsrail’in bir sonraki adımı için strateji geliştirdiğini şimdi daha net görüyoruz.
Ne yazık ki gelişmeleri takip edip, duruma göre pozisyon alan bir ülke haline geldik. Oyun kurucu olma özelliğimizi çoktan kaybettik.
Duruma göre pozisyon almak, zaman zaman avantajlar sağlayabilir. Ancak sürdürülebilir bir strateji olması mümkün değildir.
**
Düşünün; Arap yarımadasında küçük bir ülke, “tükürsek boğarız” dediğimiz bir ülke, düşmanı olduğu ülkenin içinde iha üsleri kuruyor. Bir gece, titizlikle belirlediği hedefleri büyük oranda imha eden bir saldırı gerçekleştiriyor. Öldürülen 78 kişinin neredeyse tamamı, İran için stratejik öneme sahip. Generaller, ordu komutanları, nükleer bilim adamları… Büyük bir operasyon adım adım planlanmış.
Saldırının ardından İran, misilleme olarak İsrail’i füze yağmuruna tuttu. 150 füze saldırısı sonrası İsrail’deki ölü sayısı 3.
Bilim ve aklın gücünü bir kez daha görüyor ve idrak ediyoruz.
Bu aşamadan sonra ne yapacaklar İran’ın Mollaları? Gelişmelere bakarsanız, çoktan kaybettiler bu savaşı.
İsrail’e değil, Bilim ve Akla karşı kaybettiler…
Peki onlar da kaybederse, sonraki adım ne?
Yeni göçmen akını olur mu? Ekonomimize etkileri, sınırlarımızın yeni şekli nasıl olacak?
Ne yapacağız biz?
Yanı başımızda bu gelişmeler yaşanırken, biz nasıl hazırlıksız yakalanabiliriz?
Bunu sorgulamamız gerekiyor.
**
Ne yazık ki siyasi atmosfer ile birlikte, devletimizin kurumları kimliklerini kaybettiler.
Devletin kurumlarının, ülkenin devamlılığı için görevleri vardır. Anayasa’dan aldığı yetki ile bu çalışmaları kendi içerisinde program dahilinde yürütür. Ama biz tek adam rejimi ile bu düzene çomak soktuk.
Kurumları, kendi stratejik planları doğrultusunda değil, tek adamın isteği doğrultusunda çalışan yapılar haline getirdik.
Bölgemizde yaşanan böyle bir gelişme sonrasında ülkenin politik, ekonomik, sosyolojik, askeri kurumlarının teyakkuza geçip, stratejilerini oluşturması gerekir. Ancak biz harekete geçmek için tek adamın kararını bekliyoruz.
Bunun zararını, yaşadığımız son depremde gördük. Asker, anında müdahale ederek yüzlerce, binlerce canı kurtarabilecekken, emri bekledi. Siyasi kar-zarar hesapları yapılırken, binlerce can enkaz altında kurtarılmayı bekliyordu.
Orman yangınını söndüren ekiplerin, “cumhurbaşkanımızın talimatları ile yangını söndürdük” açıklamaları normal karşılanır oldu. Yöneticilerde istifa değil, affını istemek yeni söylem halini aldı. TÜİK, Merkez Bankası, Bakanlıklar, Ordu, Yargı, birçok devlet kurumu tartışılır hale geldi. Devlet Planlama Teşkilatı gibi stratejik kurumlar kapatıldı. Tek akıl bize yeter denildi.
Kurumları, tek kişinin direktifi ile çalışır hale getirmek sonun başlangıcıdır. Bir organizasyon, tek kişiye bağımlı ise sürekliliği olamaz. Bir şirket, tek kişinin üzerinde yükseliyorsa, o kişi hastalandığında şirket de hastalanır, o kişi ölürse o şirket de ölür.
Bu gerçekler herkes tarafından bilinse de siyaset kurumunun kendi iktidarı için bunu görmezden gelmesi, bu ülkeye yapılan en büyük yanlıştır. Ve biz hala bu yanlışta ısrar ediyorsak, hazırlıksız yakalanmamız gayet normaldir.
Üzücü tarafı ise bu duruma bile bile hazırlıksız yakalanmamızdır.