Panorama 25 Aralık Müzesi’ni gezenlerin adımlarını en çok yavaşlatan vitrinlerden biri, içinde birkaç avuç acı bademin bulunduğu o küçük cam bölüm. Ziyaretçiler uzun süre bakıyor, sonra ister istemez aynı soruyu soruyor: “Bu bademlerin hikâyesi ne?”
Cevabı ise Gaziantep Savunması’nın belki de en acı, ama en onurlu sayfalarında saklı.
Gaziantep, düşman işgali sırasında yalnızca silahla değil, açlıkla da savaştı. Çınarlı Cephesi’nde Fransızlara karşı elde edilen başarının ardından, Fransız komutan bunu bir hakaret saydı ve şehri tamamen kuşatma altına aldı. Bu karar, Antep için yavaş yavaş gelen bir felaketin başlangıcı oldu. Şehre ne erzak girebildi ne de yardım ulaşabildi.
Günler geçtikçe evlerdeki yiyecekler tükendi. Önce ambarlar boşaldı, ardından hayvanlar kesildi. Açlık büyüdükçe Antepli kadınlar çaresizliğe teslim olmadı; aksine mutfakta bir direniş başladı. Hayvan sakatatlarından yemekler yapıldı, otlar kaynatıldı, tek bir sebzeden günlerce farklı yemekler çıkarıldı. Bugün Gaziantep’in övündüğü mutfak kültürünün temelleri, işte o yokluk günlerinde atıldı.
Ancak zamanla elde avuçta hiçbir şey kalmadı. Un bitince, kadınlar ekmeği çoğaltmanın yollarını aradı. Fıstık kabuğu, ceviz kabuğu ve kayısı çekirdeğinin içindeki acı zerdali öğütülerek una katıldı. Ama bilinmeyen bir gerçek vardı: Acı zerdali siyanür içeriyordu. Isıyla ve yoğun tüketimle birlikte bu ekmekler, zehre dönüştü.
Bu ekmekleri yiyen çok sayıda kadın ve çocuk zehirlenerek hayatını kaybetti. Antep Savunması’nın en yürek burkan sahneleri işte o günlerde yaşandı. Hastanede görev yapan Dr. Mecit Parlas’ın “Neden hâlâ bu ekmekleri yemeye devam ediyorsunuz?” sorusuna verilen cevap ise Antep’in ruhunu özetler nitelikteydi:
“Fransızlara esir düşeceğimize, bu ekmekleri yiyerek şehit oluruz.”
Açlık öyle bir noktaya ulaştı ki, Fransız askerlerinin hatıralarında bile bu dram yer aldı. Kaynatılan otların çocuklara içirilmesi, ölen hayvan leşlerinin saniyeler içinde parçalanıp pay edilmesi, yaşanan çaresizliğin boyutunu gözler önüne serdi. Sokaklarda çocuklar açlıktan ölmeye başlayınca, Antepliler Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne “açlık beyannamesi” göndermek zorunda kaldı. Yardım istendi ama Batı Cephesi’ndeki yoğunluk nedeniyle Antep’e yardım ulaştırılamadı.
İşte bu süreç, Gaziantep’in “Gazi” unvanına giden yolun en ağır bedelli bölümünü oluşturdu.
Mustafa Nureddin Efendi, Antep Savunması kitabının son sayfasında bu gerçeği şu sözlerle tarihe not düştü:
“Bizi ne Fransız’ın tankı, ne tüfeği, ne bombası yıldıramadı. Bizi gözlerimizden kan gelinceye kadar ağlatan tek şey açlıktı. Biz ancak o gün açlığa mağlup olduk.”





